Bugün, Anadolu Vakfı ile Elazığ'daydık. Anadolu Vakfı bünyesinde biz bursiyerlere yönelik bir "Fotoğraf Atölyesi" düzenlenmişti sene içerisinde. Bu atölyenin çıktılarından ve bursiyerlerin kendi çektiği fotoğraflardan oluşan bir fotoğraf sergisi tertiplendi: "Anadolu'nun Yıldızlarından Hayata Bakış". Sergi, Anadolu Sağlık Merkezi, Anadolu Holding binası ve Migros Genel Müdürlük'te toplamda 6 gün boyunca açıktı. Biz bursiyerler, bugünlerde sergide bulunarak insanlara fotoğraflar ve sosyal sorumluluk projesi hakkında bilgi verdik.
Aldıkları her fotoğraf Elazığ'da minik bir kalbi kış boyu üşütmeyecek, diğer bir fotoğraf ise bir çift minik ayağı bütün kış sıcak tutacaktı. Gerek Anadolu Grubu çalışanları, gerekse hasta ve hasta yakınları (ASM Sergisi) imece usulü desteklerini sundular. Bu büyük devinimin bir parçası oldular.
Bugün de, kışlık kıyafetleri bizzat teslim etmek, çocukların sevincine ortak olmak ve onlarla sohbet etmek için Elazığ'ın yolunu tuttuk. Elazığ; Malatya, Bingöl ve Diyarbakır'ın arasında, Fırat'ın kocaman kollarıyla sarıp sarmaladığı bir şehir. Sıcacık insanlarıyla, yoğun tarihi mirasıyla Elazığ, tam bir Anadolu şehri. 1975 yapımı Köprü filmi de burada çekilmiş, hatta okula giderken filmde de geçen "Kömürhan Köprüsü"nden geçiyoruz.
Fırat türküsünden şu dizeleri de buraya bırakıp devam ediyorum. Harput ve Palu medeniyetlerine konaklık etmiş Elazığ'ın eski adı Mamürat'ül-Aziz. (Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk'unda da burası için bu kelimeyi kullanır, yer yer kısaltıp Elaziz der.)
Okula varıp Müdür Bey ile kısa bir sohbetin ardından kıyafetlerle (mutluluklarla) dolu odaya girdik. Renk renk montlar, kazaklar, her numara botlar, pantolonlar... Bunları bir bir inceliyor, her birinin çocuklarda yaratacağı etkiyi hayal ediyorduk. Derken, öğrenciler de yavaş yavaş gelmeye başladı. Vakıf yetkilimiz Banu Hanım kısaca neden burada olduğumuzu, onlara bazı hediyeler getirdiğimizi anlattı. Oldukça zeki olan ortaokul öğrencileri dikkatle dinliyor, bir bize bir Banu Hanım'a odaklıyordu bakışlarını. Her birine söz hakkı vererek kendilerini ifade etmelerini ve bize ısınmalarını sağladık. (Birazdan kullanacağım isimler temsilidir. Öğrencilerin verdikleri cevaplar birleştirilip sorular çıkarılmıştır.)
"Benim adım Ayşe, 5. sınıfa gidiyorum. Annem ev hanımı, babam inşaatta çalışıyor. 7 kardeşiz. Büyüyünce doktor olmak istiyorum. İnsanları iyileştireceğim."
"Benim adım Ali. 6. sınıfa gidiyorum. Annem ev hanımı, babam işinden yeni ayrıldı. 5 kardeşiz, iki kız iki oğlan. Ben de büyüyünce doktor olmak istiyorum." Ali bunları söylerken, özellikle babasının işinden yeni ayrıldığını söylerken yere baktı, sesi kısıldı. Yüreğimi paramparça etti onu o halde görmek. Utanma ey çocuk! Seni utandıranlar utansın!
Gülümseyerek izliyorum her birinin hayallerini anlatırkenki heyecanlarını. Biz kendimizi tanıtıyoruz sonra. Onlara ileride doktor olacağımı, bunun okulunda okuduğumu söylüyorum, okuldaşım Tunahan Abi'den sonra. Tepkilerini gizleyemeyen bazıları şaşkınlık belirten sesler çıkardılar. Diğerlerinin gözlerinde bir parlama belirdi.
Işık bu çocukların gözlerinde sanki farklı bir maddeye dönüşmüştü. Onları kucaklamış sarıp sarmalamıştı sanki!
"Benim adım Zehra. 6. sınıfa gidiyorum. Ben arkadaşlarımın aksine öğretmen olmak istiyorum. Çünkü geleceğimiz olan çocuklarla ilgilenmek, onları eğitmek istiyorum." Bunları kendinden emin bir tavırla ve cümleleri olabildiğince düzgün telaffuz ederek söyledi. Tebrik ederim seni çocuk! İnanıyorum ki, gelecekte en iyi, en ilgili ve öğrencileri tarafından çok sevilen bir öğretmen olacaksın!
"Benim adım Fatih, 4. sınıfa gidiyorum. Annem merdivenci, babam inşaatlarda çalışıyor. 5 kardeşiz. Ben büyüyünce asker olmak istiyorum. Vatanımı korumak istiyorum." Bu cevabı veren öğrenciler yadsınmayacak kadar çoktu. Asker veya polis olmak, vatanlarını, bayraklarını korumak onlar için çok anlamlıydı. Bunu söylerken de ciddi bir duruş alıyorlar, mimiklerini istemsizce bu yönde değiştiriyorlardı. Bir kez daha takdir ettim. O an anladım ki, bu Cumhuriyet, çocukların gözlerindeki bu ışıkla korunacak ve devam edecek...
Sonrasında, her bir öğrenciyi teker teker alarak onlara uyan kıyafetlerden seçtirip verdik. Hemşire olmak istediğini söylemişti kız öğrencilerden biri (yandaki fotoğrafta). Hemen onu tanıdım ve "Merhaba, hemşire hanım." dedim içeri girer girmez. Birden yüzünde öyle bir ifade oluştu ki, Türk Dil Kurumu "Mutluluk" kelimesinin açıklaması yerine kullanabilir... Tüm yüzüyle, gözlerini kocaman açmış gülümsüyordu. Ben de bu sevincine ortak olup tekrarladım bilerek. "Kaç numara giyersiniz hemşire hanım?" Mutluluğu, gerçek ve saf mutluluğu karıştırdığı sesi cıvıl cıvıldı. Gerekli tüm kıyafetlerden verdikten sonra kocaman sarılıp "Mutlu günlerde giyin hemşire hanım." dedim. Teşekkür etti. Arkasından bile belli olan bir sevinçle sınıfının yolunu tuttu...
Aslında, üzüntü içeren kısımları anlatmak istemiyorum. Ancak, bu yazıyı okurken sizde bu konu hakkında bir farkındalık oluşturmak istediğim için anlatacağım.
"Benim adım Elif. 4. sınıfa gidiyorum. Resim yapmayı çok seviyorum. Büyüyünce resimlerimi satıp annemle babama ev alacağım." Ah be çocuk... Ne büyük bir kalbin var senin!
Küçük bir kız, genzimde kocaman bir acıya sebep olan şu cümleleri kurdu:
"Ben 36 giyiyorum, 36" (Ayağındaki ayakkabı 35 numaraydı.)
"Aaa, 36 kalmamış, 35'i deneyelim mi bir?" Gerçekten o an baktığım kutularda 36 numara bulamamışım.
"Yok, yok, hayır. Olmaz! O zaman 37 giyiyorum ben..."
Bunun üstüne ne söylenir ki, siz söyleyin. Ne söylenebilir bunun üstüne?
Arkadaki kutulardan 36 numara bulup giydirdim sonra. Üzüntümü saklamam gerekliydi, ama küçük kızın yüzündeki "Ya yoksa? Ya vermeyeceklerse?"ifadesi beni büsbütün kahrediyordu. "Aaa! Sana bunlar çok yakıştı gerçekten!" dedim birden, tüm üzüntümü kapatarak. Teşekkür edebildi duyulur duyulmaz bir sesle, ardından diğer eşyalarıyla birlikte ayrıldı yanımızdan.
Yine küçük bir erkek çocuğuna yeni botlarını giydiriyordum. Elazığ'da hava o sırada 4°C, çocukta ise her yanı yırtılmış bir spor ayakkabı... Sırtımdan destek alarak çıkardı ayakkabısını, ayakkabının içinde sadece en alttaki plastik tabaka kalmış... Her adımda sanki yere basıyor, sanki çıplak ayakla yürüyor okul yolunu! Yeni botlarını giydirdim, içi yünlüydü, sıcaktı, sıcak tutardı... Artık onun da ayakları üşümeyecekti...
Okuldan ayrılıp, uçağa binmek için Malatya'ya geri döndük. Kömürhan Köprüsü'nden tekrar geçtik. Harput ve Palu medeniyetlerine ev sahipliği yapmış Elazığ'dan çıktık. Müdür Bey, tam bir Anadolu insanının misafirperverliği ve iyi niyetiyle ilgilendi bizimle. Havaalanına kadar bırakıp yanımızdan ayrıldı, değerli insan.
Özetle, şunu öğrendim ki; orada, çok uzaklarda -aslında o kadar da uzak değil- bizi bekleyen, yüzlerini güldürebileceğimiz çocuklar var!
Üzülme çocuk!
Utanma!
Sen gül ki dünya gülsün,
Sen sevin ki dünyada üzüntü kalmasın!
Her şey senin gözlerinde,
Dünya, senin gözbebeklerinde, çocuk!
Aldıkları her fotoğraf Elazığ'da minik bir kalbi kış boyu üşütmeyecek, diğer bir fotoğraf ise bir çift minik ayağı bütün kış sıcak tutacaktı. Gerek Anadolu Grubu çalışanları, gerekse hasta ve hasta yakınları (ASM Sergisi) imece usulü desteklerini sundular. Bu büyük devinimin bir parçası oldular.
Bugün de, kışlık kıyafetleri bizzat teslim etmek, çocukların sevincine ortak olmak ve onlarla sohbet etmek için Elazığ'ın yolunu tuttuk. Elazığ; Malatya, Bingöl ve Diyarbakır'ın arasında, Fırat'ın kocaman kollarıyla sarıp sarmaladığı bir şehir. Sıcacık insanlarıyla, yoğun tarihi mirasıyla Elazığ, tam bir Anadolu şehri. 1975 yapımı Köprü filmi de burada çekilmiş, hatta okula giderken filmde de geçen "Kömürhan Köprüsü"nden geçiyoruz.
Kömürhan Köprüsü Harput'a bakar,
Kör olası zalım Fırat ocaklar yıkar.
Fırat türküsünden şu dizeleri de buraya bırakıp devam ediyorum. Harput ve Palu medeniyetlerine konaklık etmiş Elazığ'ın eski adı Mamürat'ül-Aziz. (Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk'unda da burası için bu kelimeyi kullanır, yer yer kısaltıp Elaziz der.)
"Benim adım Ayşe, 5. sınıfa gidiyorum. Annem ev hanımı, babam inşaatta çalışıyor. 7 kardeşiz. Büyüyünce doktor olmak istiyorum. İnsanları iyileştireceğim."
"Benim adım Ali. 6. sınıfa gidiyorum. Annem ev hanımı, babam işinden yeni ayrıldı. 5 kardeşiz, iki kız iki oğlan. Ben de büyüyünce doktor olmak istiyorum." Ali bunları söylerken, özellikle babasının işinden yeni ayrıldığını söylerken yere baktı, sesi kısıldı. Yüreğimi paramparça etti onu o halde görmek. Utanma ey çocuk! Seni utandıranlar utansın!
Gülümseyerek izliyorum her birinin hayallerini anlatırkenki heyecanlarını. Biz kendimizi tanıtıyoruz sonra. Onlara ileride doktor olacağımı, bunun okulunda okuduğumu söylüyorum, okuldaşım Tunahan Abi'den sonra. Tepkilerini gizleyemeyen bazıları şaşkınlık belirten sesler çıkardılar. Diğerlerinin gözlerinde bir parlama belirdi.
Işık bu çocukların gözlerinde sanki farklı bir maddeye dönüşmüştü. Onları kucaklamış sarıp sarmalamıştı sanki!
"Benim adım Zehra. 6. sınıfa gidiyorum. Ben arkadaşlarımın aksine öğretmen olmak istiyorum. Çünkü geleceğimiz olan çocuklarla ilgilenmek, onları eğitmek istiyorum." Bunları kendinden emin bir tavırla ve cümleleri olabildiğince düzgün telaffuz ederek söyledi. Tebrik ederim seni çocuk! İnanıyorum ki, gelecekte en iyi, en ilgili ve öğrencileri tarafından çok sevilen bir öğretmen olacaksın!
"Benim adım Fatih, 4. sınıfa gidiyorum. Annem merdivenci, babam inşaatlarda çalışıyor. 5 kardeşiz. Ben büyüyünce asker olmak istiyorum. Vatanımı korumak istiyorum." Bu cevabı veren öğrenciler yadsınmayacak kadar çoktu. Asker veya polis olmak, vatanlarını, bayraklarını korumak onlar için çok anlamlıydı. Bunu söylerken de ciddi bir duruş alıyorlar, mimiklerini istemsizce bu yönde değiştiriyorlardı. Bir kez daha takdir ettim. O an anladım ki, bu Cumhuriyet, çocukların gözlerindeki bu ışıkla korunacak ve devam edecek...
Sonrasında, her bir öğrenciyi teker teker alarak onlara uyan kıyafetlerden seçtirip verdik. Hemşire olmak istediğini söylemişti kız öğrencilerden biri (yandaki fotoğrafta). Hemen onu tanıdım ve "Merhaba, hemşire hanım." dedim içeri girer girmez. Birden yüzünde öyle bir ifade oluştu ki, Türk Dil Kurumu "Mutluluk" kelimesinin açıklaması yerine kullanabilir... Tüm yüzüyle, gözlerini kocaman açmış gülümsüyordu. Ben de bu sevincine ortak olup tekrarladım bilerek. "Kaç numara giyersiniz hemşire hanım?" Mutluluğu, gerçek ve saf mutluluğu karıştırdığı sesi cıvıl cıvıldı. Gerekli tüm kıyafetlerden verdikten sonra kocaman sarılıp "Mutlu günlerde giyin hemşire hanım." dedim. Teşekkür etti. Arkasından bile belli olan bir sevinçle sınıfının yolunu tuttu...
Aslında, üzüntü içeren kısımları anlatmak istemiyorum. Ancak, bu yazıyı okurken sizde bu konu hakkında bir farkındalık oluşturmak istediğim için anlatacağım.
"Benim adım Elif. 4. sınıfa gidiyorum. Resim yapmayı çok seviyorum. Büyüyünce resimlerimi satıp annemle babama ev alacağım." Ah be çocuk... Ne büyük bir kalbin var senin!
Küçük bir kız, genzimde kocaman bir acıya sebep olan şu cümleleri kurdu:
"Ben 36 giyiyorum, 36" (Ayağındaki ayakkabı 35 numaraydı.)
"Aaa, 36 kalmamış, 35'i deneyelim mi bir?" Gerçekten o an baktığım kutularda 36 numara bulamamışım.
"Yok, yok, hayır. Olmaz! O zaman 37 giyiyorum ben..."
Bunun üstüne ne söylenir ki, siz söyleyin. Ne söylenebilir bunun üstüne?
Arkadaki kutulardan 36 numara bulup giydirdim sonra. Üzüntümü saklamam gerekliydi, ama küçük kızın yüzündeki "Ya yoksa? Ya vermeyeceklerse?"ifadesi beni büsbütün kahrediyordu. "Aaa! Sana bunlar çok yakıştı gerçekten!" dedim birden, tüm üzüntümü kapatarak. Teşekkür edebildi duyulur duyulmaz bir sesle, ardından diğer eşyalarıyla birlikte ayrıldı yanımızdan.
Yine küçük bir erkek çocuğuna yeni botlarını giydiriyordum. Elazığ'da hava o sırada 4°C, çocukta ise her yanı yırtılmış bir spor ayakkabı... Sırtımdan destek alarak çıkardı ayakkabısını, ayakkabının içinde sadece en alttaki plastik tabaka kalmış... Her adımda sanki yere basıyor, sanki çıplak ayakla yürüyor okul yolunu! Yeni botlarını giydirdim, içi yünlüydü, sıcaktı, sıcak tutardı... Artık onun da ayakları üşümeyecekti...
Okuldan ayrılıp, uçağa binmek için Malatya'ya geri döndük. Kömürhan Köprüsü'nden tekrar geçtik. Harput ve Palu medeniyetlerine ev sahipliği yapmış Elazığ'dan çıktık. Müdür Bey, tam bir Anadolu insanının misafirperverliği ve iyi niyetiyle ilgilendi bizimle. Havaalanına kadar bırakıp yanımızdan ayrıldı, değerli insan.
Özetle, şunu öğrendim ki; orada, çok uzaklarda -aslında o kadar da uzak değil- bizi bekleyen, yüzlerini güldürebileceğimiz çocuklar var!
Üzülme çocuk!
Utanma!
Sen gül ki dünya gülsün,
Sen sevin ki dünyada üzüntü kalmasın!
Her şey senin gözlerinde,
Dünya, senin gözbebeklerinde, çocuk!
Yakup GÖZDERESİ
Yorumlar
Yorum Gönder