Bir Tedavi Anlatısı

Bu yazıda, yakın zamanda gittiğim doktor ile aramda geçen hikayeyi paylaşacağım sizlerle.

Onbeş gün öncesinden randevu alınan bir devlet hastanesi hayal edelim önce. Sistemin açılması, kırmızı işaretlerin yanıp sönmemesi lazım.. Bu randevunun hala hastanelerin "Hasta Kayıt" bölümündeki insanlarca rica minnet de verildiğini unutmayalım.

Bağcılar Devlet Hastanesi'ne gitmek için metroyu kullandım. Metro çıkışı ile hastane arasında büyük bir park ve bu parkta da irili ufaklı gruplar halinde semt oturuşunun inceliklerini sergileyen insanlar mevcuttu. Bazıları ateş de yakmıştı hatta. Saat öğleden sonra bir, havada Güneş var.. Nevruz kutluyorlar desem, hani polis, hani ateşin üstünden atlayan insanlar? Onların yaptığı kısaca geleneği devam ettirmekti. Nerede ne koşullarda olursa olsun ateş yakıp etrafına çömelmek geleneğini sürdürmek.


Parkı geçip hastaneye girildiğinde insanı bir üzüntü kaplamıyor değil. Çoğunluğu yaşlı olan insan kalabalığının çeşitli odaların kapılarında sıralanmış halleri, koridorların sonuna odaklanıp yerdeki fayansları sayan kederli bakışlarının ifadesi içim koparıyor bir an. Kat planına bakıp, Göz servisinin bu katta olmadığını anlayınca içgüdüsel bir davranışla üst kata çıktım.. Neden alt katta olsundu ki? Neyseki, Göz servisi gerçekten de ikinci kattaydı, 'Hasta Kayıt'ın hemen arkasında.

Fularımı çıkarıp çantama bağladıktan sonra kimliğimi hasta kayıttaki hanımefendiye uzattım. Öncesinde, önümdeki adam ile arasında geçen yüksek sesli samimi muhabbetten, onun yakın zamanda doğum iznine ayrıldığı, sonra geri geldiği ve hastanenin çeşitli bölümlerinde böyle 'gezeceğini' öğrendim. "Ahh, sistem randevu vermiyor ki.." diye sitemli ama naz yaptığını bildiren bir ses tonuyla adamı cevaplamıştı. O an anladım ki, adam benim yaptığım gibi ONBEŞ gün öncesinden randevu almamış, direk bugün hastaneye gelmişti. Adam, yukarıda bahsettiğim gibi rica minnet, bir şekilde, canım ciğerim diyerek randevuyu kaydettirdi sisteme.. Sıra bana geldiğinde 'Randevum vardı.' diye iğneli bir serzenişte bulunmama da aldırmamıştı..


Göz servisinde hasta iseniz, doktora görünmeden önce "Göz Ölçüm Odası"nda rutin bir işleme tabi tutulursunuz, ardından buradan alınan sonuç ile doktorunuza gidersiniz. Evet sisteme kayıt açılmıştır ve numaranız vardır ancak hastanelerdeki numaramatik sistemi, üzerinde rakamlar yanan panolardan ziyade karanlık ve siyah dikdörtgenlerle oluşturulmuş bir dekorasyondan ibarettir. Yine bir bakkal kuyruğu, yine sıranın çokluğundan şikayet eden, gelişigüzel atıp tutan, içerideki kadının oyalandığını iddia eden kalabalık.. Sıranın bana gelmesi önümde buluna yaklaşık yirmi kişiye rağmen 15 dakika sürmemişti ve içeride yapılan işlem de herhangi bir 'oyalanma' ya fırsat vermeyecek şekilde basit ve mekanikti. Hanımefendi yüzünüzü makineye yerleştiriyor, siz de içerideki hareket eden manzara resmine bakıyorsunuz.. Maksimum 10 saniye sonra bir yazıcı sesi, ve işte bitti.

Evet elimdeki barkotta sıra numarası yazılı, ayrıca randevu alırken bana verilen bir randevu saati de var. Ancak yine bir kuyruk, yine yanmayan numara tabelaları, sırasını haşin gözlerle koruyan insanlar.. Anlamadığım şey madem her şey böyle olacaktı bana neden randevu aldırdınız? Ben de kendiliğimden gelirdim, 'kuyruk'a girerdim, tedavimi olurdum. Yani, benim sistemdeki randevu saatim gelmişken içeride başka hasta muayene oluyor olabilir? Veya tam tersi.. Garip..

Doktor sırasında, hastane içinde çokça rastladığım Suriyeli bir adam önümdeki adamlara bir şeyler anlatmak için yanaştı. Elinde bir kağıt, çeşitli yerlerce imzalanmış, İstanbul Tıp Fakültesi Hastanesi'nde randevu verildiğini belirtiyor. Arapça'nın en gırtlaktan geleni ile başladı anlatmaya.. Önümdekiler birden, görünüşlerinden hiç beklemediğim bir şekilde akıcı bir Arapça ile karşılık vermeye başladılar.. Sonra arkamdaki de dahil oldu. Arasında kaldığım diyalog, yaşanmaması beklenen bir kentte yaşanmaması istenen şekilde ilerliyordu. Ah, sonunda o da oldu, adamı acıyarak, şey ederek sıranın başına aldılar.. Yahu Göz muayenesi Göz! Öldürmez seni.. İşte derdini bir de doktora anlatsınmış, yazıkmış, memleketinden uzaktaymış.. İç çeken, Hay çeken kadınların kenarda oturduğu bir yerde "Hayır, olmaz! Ben sıramı vermek istemiyorum!" diyemezsiniz.. Nitekim doktor adamı içeri almadı, hastanenin burası olmadığını, randevu tarihinin yarın olduğunu 'Türkçe' söyledi. Türkçe'yi de anlayan adam, Sevk? Sevk? diye pişkince ısrar etmeye başladı bu kez de. Yani randevu başka hastaneye olabilirmiş ama burada muayene edilsinmiş, sevk edilmiş olsunmuş buraya, vesaire.. Doktorun asistanı kapıya kadar gelip doktorun yapabileceği bir şey yok diyip yollamasaydı adamı, birkaç saniye sonra kapıdaki kalabalığın doktora neden onunla ilgilenmediği konulu bir baskı ile yaklaşacağı belliydi..

Sıra bana geldiğinde, sistemsel randevu saatimden tam yarım saat önceydi. Doktor sakin, düzgün davranışlarıyla bana sorunumu sordu. Evet, doktorlara biraz aşkla yaklaştığım doğrudur ama bu hepsi için, her zaman geçerli değil. Örneğin, kurul raporu alırken beni muayene eden ve 'Ahh, benim zamanımda Marmara yoktu.' diyen doktordan o kadar da iyi bahsetmem. Ki ona sormalıyız ki onun 'zamanında' çok partili hayata geçilmiş miydi? Peki Hatay Anavatana katılmış mıydı? Ya da, 'Ben her şeyi bilirim.' tipinde. gözlüğü
nü burnunu ayırarak yukarı kaldıran, 'Hıh' tipindekiler de tarafımca sevilmemeye mahkum. Ama bu Göz Doktoru onlardan değildi. Sakin, durumumu anlamaya çalışan ve irdeleyen bakışlarıyla, gözlüğünü burnuyla yukarı kaldırmadan konuşuyordu. Kibar bir dille çeşitli aparatların göz hizasında olduğu bir koltuğa geçmemi istedi. Aparatların diğer tarafına da kendisi geçip gözlerimi incelemeye koyuldu. Bir gözde bir dünya görüyordu kesinlikle. Sonra üst cebindeki kalemi çıkarıp ucuna bakmamı istedi. Kalemi yaklaştırıp uzaklaştırırken sanki benden en iyisini yapmamı bekliyor gibi hissediyordum. Bu da bittikten sonra "Güzel" dediğini işittim. "Evet, başardım!" diyen gülüşüm yüzümün sağ tarafında belirdi aniden.

Sol gözümdeki birtakım sorunları sıralarken, aklımdan ben bu gözle bugüne kadar nasıl sınavlara girebildim gibi düşüncelerin geçtiğini hissetmiş olacak ki "Sen sağ gözünle idare etmişsin şimdiye kadar.." dedi. "Üç gün içinde bu gözlüğü alman lazım.." diye eklerken benim"D urum o kadar mı vahim doktor!" diyen kırışık alnıma karşılık sol gözümün bir, diğerinin sıfır beş olduğunu söyledi. Bir Tıp öğrencisinden beklenen her şey tamamlanıyordu. Tel, gözlük, vs..

Aşırı pratik bir hamleyle, barkodumu çıkarıp reçeteye yapıştırdı, kendi kaşesini ve birtakım diğer anlam ifade eden kaşeleri bastı, kaşelerin üstünü imzaladı. Reçetedeki ku
tucuklara göz numaralarımı belirttiğini düşündüğüm rakamları yazdı. Tüm bunlar yaklaşık yirmi saniye sürdü. Reçeteyi bana uzatırken, fularımın bağlı olduğu, kenarından montum sarkan çantamı sırtıma alıyordum. Ona nereden mezun olduğu sorusunu sormak için cesaretimi toplamıştım. "Bir mahsuru olmazsa eğer nereden mezun olduğunuz bilgisini benimle paylaşma nezaketinde bulunur musunuz?" tipinde gereksiz uzunlukta, aşırı kibar olmaya çalışırken anlamsızlaşan bir cümle kurmayı planlıyordum. Derken ağzımdan alabildiğine direk şu cümleler çıktı. "Son olarak bir şey sormak istiyorum. Nereden mezunsunuz?" Başını bilgisayardan çevirdi, direk olarak tam gözlerime baktı. Korktum, sormamalı mıydım.. Acaba ömrü boyunca hiç paylaşmak istemediği bir yerden mi mezundu? Sonra sorumu başka bir soruya çevirdi.. "Ben, hangi Tıp Fakültesinden mi mezunum?" tipinde bir cümle kurdu. Herhalde içeri giren her hasta ona mezun olduğu okulu sormuyor. (Ben de her gittiğim doktora sormuyorum.) "Ben Cerrahpaşa Tıp Fakültesi mezunuyum." dedi sonra ben bir şey demeden önce. "Yoksa siz de m.." derken ani bir refleksle "Hayır... Ben Marmara'dayım" diyebildim. "Tıbbiyeliyim." Şaşırdı.. "Aaa.. İngilizce okuyacaksın. Hangi Bölümü istiyorsun? Ah, kaçıncı sınıfsın? İki mi?" Bana "Lise kaçsın hihihi.." diyen kimi insanlara karşı bu tepkinin gerçekten mutluluk verici olduğu söylenebilir. "Henüz hazırlıktayım.." dedim."İlerisi için de Cinsel Sağlık, Üroloji vesaire düşünüyorum" diyince henüz anatomi, makrofizyoloji görmemiş birsine söylediğinin farkında olarak "Evet, üroloji gerçekten çok güzel bir bölüm ama ben sana Ortopedi de öneririm. Bölüm seçerken neye dikkat etmelisin biliyor musun?" diye anlatmaya başladığında hafif gülümsememin artmasından cesaret almışa benziyordu. "Nöbete kalabilir miyim? bunu düşünmelisin. Ben mesela bir kadın olarak nöbete kalmayı her zaman başaramayacağımdan dolayı Göz yazmıştım, Gözü aynı zamanda çok da seviyordum. Cerrahlarda mesela nöbetler çok vardır. Tak bir telefon gelir, hasta vardır, apar topar çıkıp gelmek zorunda kalırsınız.." Kafamı sallıyor onun halini anladığımı belirten mimikleri sergiliyordum. "Ama henüz çok vaktin var senin.." diyince bir şeyler söyleme fırsatı elde ettiğimi anlayarak "Evet, bölümleri tanıdıkça fikirlerim çeşitlenecektir." dedim. " Evet, elbette. Farklı dersler aldıkça, daha farklı alanlar tanıdıkça çok şey değişir." dedi.

Bugün yaşadığım bunca 'garip'likten sonra bu doktorun bana olan (ki diğer hastalara da bu kadar nazik davrandığına eminim.) tutumu günü kurtaran şey oldu diyebilirim. Ne kadar da düzgün bir insandı.. Ses tonundan ve tavsiyelerinden dolayı teşekkür edip iyi çalışmalar dileklerimi ilettim. Çıkmadan önce elini sıkıp "Tanıştığıma çok memnun." oldum derken o da ona yaptığım övgüleri (aslında övgü değil neyse onu söyledim.) bana iletmekle meşguldü. Gereksiz aşırı tevazudansa bazı kendini beğenmişlik olmadan gelen kabulleniş ile ortaya koymuştu bunu. Bana "Başarılar." diledi. Tekrar teşekkür ederek odasından ayrıldım.

 Önce insan sonra doktor olmuş anlaşılan.. En önemlisi de bu değil mi zaten..

Ek: Bu arada, Yakup Gözderesi artık gözlüklü..

Yorumlar